Hesabınız Varmı?

29 Nisan 2010 Perşembe

ERMENİ AÇILIMI AZERİ KAPANIMI

KÜRT AÇILIMInın üzerine bir de bol şerbetli ERMENİ AÇILIMI yapılınca ortalık karıştı.
Hem öyle bir karıştı ki düşman başına.
Kafaların karışmasının en büyük sebebi açılımlardaki gizem.
Açılım kapalı yapılınca kafalar karışır haliyle.
**
Aslında her şey geçen yılın temmuzunda İsviçre’de gizli görüşmelerle başladı.
Azeriler bu görüşmelerden haberdar olup huzursuzlandılar.
6 Eylül 2008’de Gül’ün Erivan’a maç seyretmeye gitmesiyle huzursuzluk arttı.
Azeriler bunun üzerinde Diyanet’in Bakü’de yaptığı camiyi tadilata aldılar, cami aylardır tadilatta.
10 Ekim 2009’da İsviçre’de Türk ve Ermeni tarafları protokolleri imzaladılar.
İmza töreninde bizim bakanların arkasında Hilary Clington ve diğerlerin gülümsemesi yok mu, beni bile gıcık etti.
**
14 Ekim 2009’da Bursa’da oynanan Türkiye-Ermenistan maçı ipleri tam manasıyla kopardı.
Önce Türkiye ile Ermenistan’ın Bursa’da oynadığı maça Azerbaycan bayrağı alınmayacağı, bütün taraftarların iç çamaşırlarına varıncaya kadar aranacağı söylendi.
Tam kamuoyu buna hazırlanmışken Meclis’teki hararetli tartışmalar sonrasında maça iki gün kala Azerbaycan bayrağına izin çıktı.
Gazeteler BAYRAĞINI KAP GEL manşetleri attılar.
Maç günü FİFA devreye girip stada Azeri bayrağı sokulmamasını istedi, ve oyunun başlamasına saatler kala Azerbaycan bayrağı yeniden yasaklandı.
Böylece bir haftada üç kez karar değiştirilerek bir istikrar tablosu çizildi.
**
Stad girişinde taraftardan toplanan Azerbaycan bayrakları, üzerinde WC yazan metal kutunun içinde biriktirildi.
Olay Azerbaycan’da duyulunca önce yalanlama geldi ama fotoğraflar karşısında mecburen susuldu.
**
Başbakan Erdoğan Mayıs 2009’da Azerbaycan Meclisinde bir konuşma yapmış ve “SİZİN İSTEMEDİĞİNİZ HİÇBİR ADIMI ATMAYIZ” anlamına gelen sözler söylemişti.
Azeriler, “başbakan sözüdür” diye inanıp sustular ancak gelişmeler üzerine seslerini yükselttiler.
Anlaşılan o ki Azeriler Türk Başbakanının garantörlüğüne rağmen sınırın açılma ihtimalini yüksek görüyorlar.
**
Azerbaycan, 16-17 Ekim tarihlerinde Azerbaycan şehitliklerinde Azeri bayrağının yanında
dalgalanan ay yıldızlı Türk bayraklarını kaldırttı.
18 Ekim Pazar günü de başkent Bakü sokaklarında dalgalanan Türk şirketlerine ait bayraklar indirtildi.
Öyle görünüyor ki Hilary Clington’u ve bilumum Avrupalı dostları sevindiren Türkiye, ERMENİ AÇILIMI ile tam bir AZERİ KAPANIMI yaptı. Böylece Demirel’le başlayan TEK MİLLET İKİ DEVLET sloganında da sona gelindi.
**
Bana ne canım ERMENİ AÇILIMI’ndan diyenlere de müjdeyi verelim.
Çünkü olayın ekonomik boyutu doğalgaz kullanıcılarını yakından ilgilendiriyor.
Hani eylül başında gazetelerde BU YIL DOĞALGAZA ZAM YOK! manşetleri atılmıştı ya. Şimdi o manşetler değişecek ve enerji bakanının tabiriyle şöyle olacak:
DOĞALGAZA OCAK AYI BAŞINA KADAR ZAM YOK.
**
Ocak ayında zam geleceğini enerji bakanı şimdiden kestirdi, tebrikler.
Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev iki gün önce dedi ki:
TÜRKİYEYE DOĞALGAZI DÜNYA FİYATLARININ ÜÇTE BİRİNE SATIYORUZ. FİYATLARI YENİDEN GÖZDEN GEÇİRECEĞİZ.
Ve bir bilgi daha ekledi:
AZERİ DOĞALGAZINI AVRUPAYA ULAŞTIRMADA TÜRKİYE YERİNE ALTERNATİF YOLLAR ARAYACAĞIZ.
Sanırım doğalgaz zammının sebebini bu cümlede aramak gerek.

SELÇUK PEKER

KÜRT AÇILIMDA YENİ TEHLİKE: DEĞİŞİK HARFLER

Osmanlı döneminde Arap harflerini kullanıyorduk.
Arap alfabesini Türkçe’ye uyarlayıp zenginleştirmiştik.
Arapçada CİM vardı biz alfabemize bir de ÇİM ekledik.
Araplarda BE vardı biz onlarda olamayan PE harfini de ekledik
Ne var ki Arap harflerini Osmanlıca’da harekesiz kullandığımız için okumada ve anlamada sık sık hata yaptık.
Padişahın fermanındaki kedinin okuma hatasıyla gidiye dönmesi hikayesi falan hep buradan çıktı.
**
Cumhuriyet kurulduğunda Latin alfabesine geçiş düşünüldü.
Büyük Atatürk Latin alfabesine geçişte doğrudan İngiliz harflerini kabul etmedi.
Bir asker olmasına rağmen geceler boyu bu alfabe işine kafa yordu.
Gazinin el azısı karalamalarında Q harfini bile denediğini görüyoruz.
Irak’ın adını Iraq olarak da yazmış, karalamış ama 29 harfli Türk alfabesine Q harfini koymamış, gerek duymamış.
**
Latin alfabesi kökenli 29 harfli Türk alfabesinde Q, X, W yok.
Ama İngiliz alfabesinde olmayan Ç, Ğ, Ş var.
İngilizlerde olmayan İ, Ö, Ü harfleri var.
**
Avrupalılar Sevr’den kalan hesap adına Kürtler üzerinde çok çalıştılar.
Ülkemizdeki Kürt vatandaşlarımız birbiriyle anlaşamadığı için onları ortak bir Kürtçede buluşturacak TV yayınlarına geçtiler.
Kürtçenin yazı dilini oluşturma için tasarladıkları alfabeye kendi harflerini de koydular.
**
Hükümetin Kürt açılımı sırasında bu harfler sık sık gündeme geldi.
Ama millette oluşan tepki üzerine Q, X, W harfleri –şimdilik- alfabeye giremedi.
Ancak siyasi Kürtçüler bu işin eşini bırakmadılar.
Son olarak basından, bir Kürt vatandaşın doğan bebeğine değişik harfler içeren bir ad koydurduğunu öğreniyoruz.
Haber’e göre 5.10.2009 tarihinde Kenan ve Nevruze’den doğma bebeğe HÊVÎ JİYAN adı verilmiş. Allah bahtını açık etsin. Ancak baba ısrarla E ve İ harflerinin üstüne şapka koydurmuş. Hatta nüfus memuru koyamayınca bizzat baba bilgisayar başına geçmiş.
Bir de baba demiş ki: Kızıma bu adı koymasalardı isim hanesini boş bıraktıracaktım.
**
Q, X, W ile uğraşırken şimdi bir de şu yaşadıklarımıza bakar mısınız? Bu millet daha kar-kâr, hala-hâlâ, aşık-âşık kelimelerinin farkını belirtmek için şapka koymazken E’nin üstüne şapka koymak neyi ispatlama gayretidir Allahaşkına?
**
Bizi yönetenler yazımdaki bu çeşitliliği yarın milli eğitimde, tapuda, evlilik idaresinde, vs. nasıl aşmayı düşünüyorlar acaba?
Kimse bana bunun AB uyum şartı olduğunu anlatmaya kalkmasın.
Eğer AB o kadar uyumlu ise Avrupa’da milyonlarca Türk yaşıyor.
Avrupalılar da işe, alfabelerine İ, Ö, Ü, Ç, Ş, Ğ harflerini koyarak başlasın kardeşim.
Hatta İngilizlerin alfabelerine koyacakları her harfe karşılık biz alfabemize iki harf koyalım.
Ne de olsa adımız hâlâ gelişmemiş ülke değil mi.

Selçuk PEKER

DERSİM KATLİAMI ÜZERİNE

Muhalefet partilerinin bütün itirazlarına rağmen KÜRT AÇILIMI, Atatürk’ün ölüm günü olan 10 KASIM’da Meclis’te görüşüldü.
Muhalefet, 10 Kasım’ın özellikle seçildiğini ve bayrakların yarıya indiği bir günde bölünme sürecinin resmen başladığını iddia etti.
Hükümet ise Atatürk’ün YURTTA SULH CİHANDA SULH sözü dolayısıyla bu barış sürecinin 10 kasıma denk getirildiğini anlattı.
Takdir siz sevgili okurların..
*****
Muhalefet partileri açılımın ülkeyi bölünmeye götüreceğini ön plana çıkaran konuşmalar yaptılar.
“Açılım” adı altında terör örgütünün taleplerinin bir bir gerçekleştirildiğini ifade ettiler.
Terörle mücadelenin böyle yapılmayacağını anlattılar.
Terör örgütü mensuplarının psikolojik savaşta galip geldiğini dile getirdiler.
Konuyu çarpıcı örneklerle açıklayan Onur Öymen’in yaptığı konuşma üzerine kıyamet koptu.
Bazı gazeteler ÖYMEN DERSİM KATLİAMINI ÖVDÜ diye manşetler attılar.
Alevi dernekleri bile DERSİM KATLİAMI değil, 1938 OLAYLARI derken ilk kez bir Başbakan DERSİM KATLİAMI tabirini kullandı.
*****
Öymen’in konuşmasına geçmeden evvel bir gerçeği hatırlatmakta fayda var.
80 yıllık Cumhuriyetin neredeyse her uygulaması birileri tarafından yanlış görülüyor.
Ve sık sık 80 yılda yapılmayanların son birkaç yılda yapıldığından bahsediliyor.
Öymen’in konuşması üzerine bir gerçek daha ortaya çıkıyor ki bu konuşmaları yapanlar aslında pek çok şeyi yanlış buluyor ama gündem oluşmadan konuşmuyorlar.
1938’de Tunceli’de yaşananları KATLİAM, oradaki isyanı bastıranları ise KATİL ilan etmek, o zamanla ilgili bir hesabın saklı tutulduğunu gösteriyor.
Bu hesabı tutanların Alevi olmaması, hatta yakın geçmişe kadar Alevilerle pek de iyi geçinmemiş olmaları işi daha da ilginç hale sokuyor.
*****
Alevi yurttaşlarımızla bir sorunumuz yok, aksine onları bu devletin bekası için en sağlam mihenk taşlarından biri olarak görüyoruz.
1938’de Tunceli’de yaşananları da sevinerek değil, “keşke bunların hiçbiri yaşanmasaydı” diye açıklıyoruz.
Ama Sayın Onur Öymen’in konuşmasında Alevilere yönelik bir hakaret de göremiyoruz.
Toplumun dört bir koldan maniple edildiği bir dönemde yorumu yine siz sevgili okurlara bırakıyoruz.
İşte Öymen’i ve CHP’yi yargısız infaza götüren konuşma:
“Atatürk sizin yaptığınızı mı yaptı? Atatürk Şeyh Sait’le müzakere mi etti? Dersim isyanını yapanlarla müzakere mi etti? Onların sözcüleriyle, temsilcileriyle masaya mı oturdu? Bunların hiçbirini yapmadı arkadaşlar. Yabancı ülkelerin istihbaratından mı yararlandı? Hayır, Türkiye’nin istihbaratından yararlandı ve kısa bir sürede bütün terör örgütlerini dize getirdi.
Değerli arkadaşlarım ’Analar ağlamasın’ diyorlar. Maalesef, bu ülkenin anaları çok ağladı. Çok şehit verdik. Tarihimiz boyunca çok şehit verdik. Çanakkale Savaşı’nda 200 bin şehidimiz var. Hepsinin anası ağladı. Bir kişi çıkıp da ‘Analar ağlamasın. Biz bu savaştan vazgeçelim’ demedi. Kurtuluş Savaşı’nda analar ağlamadı mı?’Kimse çıkıp da ‘Analar ağlamasın. Biz şu Yunanlılarla anlaşalım’ dedi mi? Şeyh Sait isyanında analar ağlamadı mı? Dersim isyanında analar ağlamadı mı? Kıbrıs’ta analar ağlamadı mı? Bir tek kişi Türkiye’de çıkıp da ‘Analar ağlamasın diye, bu mücadeleyi durduralım’ dedi mi?”
Yorum siz sevgili okurların...

Selçuk PEKER

İSYANIN KÖKLERİNE İNERSEK..

İSYANIN KÖKLERİNE İNERSEK..

“Dersim isyanı” üzerine polemikler sürerken o dönemde yaşananları kısaca hatırlatmakta fayda var.
Bugünkü Tunceli vilayetinin Osmanlı dönemindeki adı Dersim’dir. Osmanlı, Dersim bölgesine yüzyıllar boyunca yurtluk ve ocaklık uygulaması yaptığı için bölge adeta özerk bir yönetimle idare edilmiş ve denetimsizliğe alışmıştır.
Osmanlı’nın yeniden toparlanmayı denediği 1800’lü yıllar, Dersim’in sıkıntılı yılları olmuş, 1839 Tanzimat Fermanı’ndan sonra merkezi otoriteyi güçlendirmek adına yapılan her girişim Dersim’de isyanla karşılık bulmuş, 1847, 1877, 1885, 1892, 1893, 1907, 1911, 1916 yıllarında çeşitli isyanlar çıkmış, Osmanlı’nın güçsüzlüğü ve dönemin şartları sebebiyle (Osmanlı-Rus Savaşı, I. Dünya Savaşı vb.) bu isyanları bastırmakta başarı sağlanamamıştır.
*****
1923’te Cumhuriyet kurulduktan sonra merkezi idare, bölgenin feodal yapısını kırmak ve devletin bölgeye bütün kurumlarıyla girmesini sağlamak amacıyla çeşitli icraatlar gerçekleştirmiştir. Yapılan karakollar, köprüler, çekilen telefon ve telgraf hatları bölgeye devletin geleceğinin ve ağalık - şeyhlik döneminin sona ereceğinin işaretleri olunca ağaların, aşiretlerin ve şeyhlerin organizesiyle bölgedeki kaynama devam etmiştir.
*****
Cumhuriyet’in 1934 yılında “Ağa, Şeyh, Seyit, Molla, Efendi, Paşa, Bey, Hacı, Hoca” gibi lakapları yasaklaması üzerine de bölgede isyan çıkmış ve bu isyan üzerine 25 Aralık 1935 tarih ve 2884 sayılı Tunceli Vilayeti'nin İdaresi Hakkında Kanun çıkarılmıştır.
*****
Bölgede devletin varlığını ve kararlılığını göstermek, mevcut yapıyı yıkmak amacıyla seri şekilde yapılan işlerin devamında Atatürk 1937 yılında Tunceli’ye gelecek ve Singeç Köprüsü'nün açılışını yapacaktır. Köprü güvenliğini sağlayan karakola baskın düzenlenir ve İsmail Hakkı Teğmen'in de içinde bulunduğu 33 askerin tamamı feci şekilde öldürülür.
Hemen devamında Tunceli-Erzincan yolundaki bir köprü yakılır, bölgenin telefon hatları kesilir. Pap karakolu, Sin Karakolu ve 9. Seyyar Jandarma Taburu basılır. Yüzlerce asker öldürülür, Malazgirt Köprüsü yakılır. Abasan, Demenan, Haydaran, Yusufan, Kureyşan, Kırgan aşiretlerine mensup binlerce kişinin katıldığı bu kalkışma üzerine General Abdullah Alpdoğan’a yetki verilir ve bölgedeki ayaklanma aylar süren operasyon sonunda bastırılır. İsyan bittiğinde ayaklanmanın elebaşı Seyit Rıza ve 6 arkadaşı idam edilmiş, 13.000 kişi ölmüş, 12.000 kişi de ülkenin değişik illerine zorunlu göçe tabi tutulmuştur. Zayiatın fazlalığı, ayaklanma sırasında sivillerin ölmesi başkadır, Türkiye Cumhuriyetini Alevileri özellikle katlediyormuş gibi göstermek başka.
*****
Şu acı gerçeği herkes kabul etmelidir: Başta Seyit Rıza olmak üzere, 1937'de ayaklanan aşiret reisleri, devletin gelişine ve yeni sisteme karşı direnen, askere gitmek ve vergi vermek gibi mükellefiyetleri kabul etmeyen derebeyleridir. Bunlar dönemin komünistlerinin bile tespit ettiği gibi genel yasalarla getirilen eşit yurttaşlık hakkını kabul etmeyen, kendi ayrıcalıklarını terk etmek istemeyen sömürücü gruplardır. Devletin bölgeyi bunlara bırakmasını düşünmek elbette söz konusu olamaz.
'İki ayı aşkın bir zamandan beri Ankara hükümeti, Dersim bölgesindeki Kürt aşiretlerinin yeni bir gerici ayaklanmasını bastırmakla uğraşıyor. Feodal unsurlar Kemalist parti tarafından gerçekleştirilen reformlara rağmen, bugüne kadar ülkenin bu sapa bölgesinde barınmayı başarmışlardır. Bu bölgeye geçtiğimiz yıl Tunceli adı verilmiştir. Dersim'in egemen katmanları, yürürlükteki yasalara rağmen, kendi yasadışı ayrıcalıklarını koruyabilmişlerdir. Dersim'de devlet otoritesi sadece kağıt üzerinde kalıyordu. Feodal aşiret reisleri her fırsatta devleti hiçe sayarlardı. Bugün Kemalist hükümetin enerjik reformları yüzünden, kendi iktidarlarını tehdit altında hisseden feodal unsurların ümitsiz bir direnişi ile karşı karşıya bulunuyoruz.' (Erdal Yeşil, Komüntern Belgelerinde Kürt Sorunu, s. 185’ten Rıza Zelyut, Güneş, 18.11.2009)
*****
Bugün yapılan en temel yanlış, isyanı savunmaktır. Eğer isyanı savunmak yerine isyanın bastırılma biçimini eleştirirse sanırım herkes bunun mantığını anlar. İşin içine Atatürk'ü sokmak, olayı Alevi ayaklanması ve Alevilerin yok edilmesi şeklinde sunmak kimseye fayda getirmez, aksine yaraları kangren haline getirir. Onun için tarihi olaylar ve bunların yorumları tarihçilere bırakılmalı, siyasi partiler oy uğruna bu gibi hassas konularda kamuoyu önünde konuşmaktan vazgeçmelidir. İktidarın ve muhalefetin görevi, kanayan yaraları kaşımak değil tedavi etmek olmalıdır. Aksi tutum memlekete ve millete fayda getirmez.

SELÇUK PEKER

AĞABEYİME CEVAPLAR

Aksaray’da mükemmel hatıralarla dolu 15 yıl geçirmeme rağmen sizinle tanışmamış olmamız üzücü. Ancak tanısaydınız akademik unvanımla anılmaktan hoşlanmadığımı bilir ve köşenizde böyle bir başlık kullanmazdınız.
Gazetede cevaplamak istemezdim ama yakın gelecekte görüşme ihtimalimiz olmadığı için ilk ve son kez size bu sayfadan cevap vermeyi uygun buldum.
*****
Yazınızda altını çizerek diyorsunuz ki: DEVLET VATANDAŞINA GÜVENMELİDİR.
Amenna ancak (ve maalesef) bu ülkede doğan herkes kanına, zihniyetine, tıynetine bakılmadan vatandaş kabul edilmekte ve herkese T.C. kimliği verilmektedir. Bana göre yanlış ama uygulama böyle.
Devlet vatandaşına güvenecekse, Ahmet Türk de vatandaş, Emine Ayna da. Buyrun güvenin nasıl güvenecekseniz.
*****
YILLARCA BAŞINDA NAMAZ TAKKESİ OLANLARA POTANSİYEL İRTİCACI GÖZÜYLE BAKILDI diyorsunuz.
-Benim annem ve babam Orta Anadolu’nun köyünde kasabasında tam 25 yıl öğretmenlik yaptılar. Konya’nın Alibeyhüyüğü kasabasında 1982 yılında mazbut giyimiyle okuluna giden anneme köy meydanında … diyerek asasını fırlatan T… Hoca’ya,
-Saddam binbir ukalalıkla Türkiye’ye efelenirken ekmeğini yiyip suyunu içtikleri ülkeye ihanet etmeyi dini bir vecibe addedip Beyazıt Camiindeki Cuma namazlarından sonra “SADDAM SEN DIŞARDAN, BİZ İÇERDEN!” pankartları açan zavallılara,
-Almanya’nın himayesinde hem de Almanya’nın göbeğinde İslam devleti (!) kuran halife (!) C… K… ve müritlerinin soytarılığı da aşan gösterilerle “KEMALİST DEVLET YIKILACAK ELBET!” diyerek yürüyüş yapmalarına,
-Ve adlarını burada sayfalarca sayabileceğim zavallılara İRTİCACI demeyecek miyiz? Bırakın irticacıyı, bunlara BÖLÜCÜ demekle hata mı etmiş olacağız?
**
Kıbrıs savaşında yanlış koordinat belirlememizin sebebi askerimizin beceriksizliği değil, telsiz muhaberemize İngilizlerin müdahale ederek bizi bize vurdurmalarıdır. Harekâttan sonra durum anlaşılmış ve savaşta dışarıdan alınan silaha, teçhizata, telsize güvenilemeyeceğinden hareketle halen yüz akımız olan Askerî Elektronik Sanayi (ASELSAN) kurulmuş, bir hatadan bir hayır doğmuştur. Allah ASELSAN’ın da özelleştirme kapsamına alınmasından bizleri korusun.
*****
Suriye sınırının açılmasına gelince,
Elbette ki komşularla iyi geçinmek güzeldir ama Suriye’nin 1990 yılından önce Sovyetlere bağlı bir ülke olduğu ve yıllarca Bekaa Vadisinde PKK’lıları eğittiği bir gerçektir. Mayınların da Komünizm-Emperyalizm döneminde döşendikleri göz ardı edilmemelidir. Ayrıca Doğu’dan Batı’ya insan kaçakçılığında sabıkalı olan Türkiye’nin yakın gelecekte bu konuda başının ağrıyacağı muhtemeldir. Vizeler kaldırıldığı için belki de şu anda işsiz binlerce Suriyeli ülkemize girmiş, Edirne’den, Tekirdağ’dan Avrupa’ya geçmenin yollarını arıyordur.
Gelişmemiş ülkelerle vizeyi kaldırmak iyi olabilir ama asıl marifet gelişmiş ülkelerle mesela Almanya’ya ile, İngiltere ile vizesiz geçişi sağlayabilmektedir.
**
Irak’ta yaşayan üç milyon Türkmen’in kaderi ile ilgili cevabım için yerim kalmadı. Ancak şu kadarını söyleyeyim ki Türkiye senaryo yazacağı ve başrol oynayacağı bir coğrafyada sırf teslimiyetçi politikaları yüzünden emperyalizmin figüranlığına razı olmuş ve Türkmen kardeşlerini Cemil Çiçek’in 2006’da postal öpücüler dediği Barzani ile siyasetin fahişesi lakaplı Talabani’ye teslim etmiştir.
Bu konuda beni hamasi nutuklarla avunan gençler gibi düşünüp, davranmakla itham etmenize ziyadesi ile sevindim. Milli meselelerde bîtaraf değil, tarafım. Hamasi davranmadığım an kendimi de postal öpücülerin güdümüne girmiş gibi hissederim. Ayrıca Türkmen meselesi üzerine araştırmalar yapan ve makalesi olan biri olarak son yıllardaki Irak politikamızı fecaat olarak niteliyorum.
*****
Değerli Ağabeyim,
Mevzu o kadar derin ki burada anlatmakla bitmez. Şu cümlelerle özetleyeyim:
Devlet olmadan ne din olur ne de demokrasi. Bu zor coğrafyada devletimizin en büyük teminatı Türk Silahlı Kuvvetleridir.
Başörtüsü mağduru bir eşim var ama bu yüzden asla devletime ve onun kurumlarına düşman değilim.
İnancım, -birkaç subayın düşüncelerinden ötürü- varlık sebebimiz bildiğim ve demokrasimizden özgürlüğümüze pek çok şeyi borçlu olduğumuz Türk Silahlı Kuvvetlerini suçlu görmeye, aşağılamaya ve yıpratılmasına seyirci kalmaya asla müsaade etmez.
Birilerinin vatandaşımızı din adına devlete ve orduya düşman etmek için planlı bir organizasyon yürüttüğü kanaatindeyim.
*****
Ben de böyle düşünüyorum efendim.

Selçuk PEKER

ÜMMET OLMANIN ŞARTI NE?

ÜMMET OLMANIN ŞARTI NE?

İsrail, yıllardır Filistin’de, Gazze’de bir insanlık dramına imza atıyor.
Uluslararası hukuku dinlemeden istediğini yapıyor.
Filistin’deki dram da haliyle Türkiye kamuoyunda yankı buluyor.
**
Türk vatandaşları gerek yardım kampanyalarıyla gerek gösteri ve yürüyüşlerle Filistin’e destek veriyorlar.
Hatta Türkiye Başbakanı, Davos’ta “Van Münit!” çıkışı yapıyor.
Hiçbirisine yanlış demiyorum ama eksik olan bir şeyler var.
**
Çin, 20. yüzyıldan beri Doğu Türkistan’da bir soykırım uyguluyor.
Son 50 yıldır bu soykırımın dozu ve acısı da artmış durumda.
Tek çocuk uygulamasıyla, ikinci çocuğun doğumuna izin vermiyor.
Gizlice hamile kalanları mahalle ajanlarıyla tespit edip zorunlu kürtaja tabi tutuyor.
Özgürlük isteyeni işkenceye alıp “ölmek istiyorum” diye yalvartıyor.
“Ben Müslümanım!” diyenin, “Ben Türküm!” diyenin ve baskıya isyan edenin kafasına sıkıyor kurşunu.
Çin büyük ülke olduğundan mıdır yoksa Çin işgalindeki topraklardaki Müslümanlar Müslüman sayılmadığından mıdır hiç tepki yok.
**
Temmuz 2009’daki olaylarda binlerce Uygur Türkü öldürüldü.
Sokaklarda kafalarına kurşun sıkılıp öldürülen sivillerin cesetleri günlerce ortada kaldı.
Çin’in bu insanlık dışı uygulamasına Türkiye’den kayda değer bir tepki gösterilmedi.
Halbuki Uygurlar da Müslüman, hem de oldukça dindarlar.
**
Haberi dinleyince canım sıkıldı:
Yardım örgütleri sivil araç konvoyu düzenlemişler.
Gazze’ye sivil araçlarla girip ambargoyu deleceklermiş.
**
Tamam mübarek de,
Uygur bölgesi için niçin kılınız kıpırdamıyor?
Oradaki Müslümanların gördüğü zulme niçin seyirci kalıyorsunuz?
Konya’da neredeyse her on evden birinin camında Filistin bayrağı asılıyken niçin bir evde bile Uygur bayrağı göremiyoruz?
Yoksa Uygurlar ümmet olmanın kriterlerini taşımıyorlar mı?
Kaşgarlı Mahmutların diyarında kan ve zulüm sona ermeyecek mi?
Bu görmezden gelmeyle yarın Uygur Türklerinin iki elleri yakamızda olmayacak mı?

Selçuk PEKER

TÜRKLÜK-TÜRKİYELİLİK ÜZERİNE

Bugün itibarıyla dünyanın en güzel coğrafyasında oturmanın getirdiği sıkıntılarla boğuşuyoruz.
Buna bir de dünyaya nizam verme ve yönetme duyguları eklendiğinde sıkıntılarımız daha da büyüyor.
“Dünyanın gözü üzerimizde” dememiz yanlış olur. Dünya; emelleri, kötü niyetleri, ajanları ve içimizden satın aldıkları ile üzerimize çökmüş vaziyette.
**
Milletleri ayakta tutan en önemli unsurlar kültürleri ve kutsallarıdır.
Kültürümüzün durumu ortada.
Bugün bütün kutsallarımızın alçakça saldırılara uğradığı bir süreçten geçmekteyiz.
Bizi bir arada tutan en yüce değerlerden olan Türklüğümüz, layık olmayan ağızlarda can çekişmekte.
Bu hassas coğrafyadaki yegane varlık sebebimiz olan ordumuz, hem emperyalist hem sözde dindar (!) çevreler tarafından yıpratılma yarışı içerisinde.
Halkımızın en güvendiği kurumların başında gelen ordumuzun yıpratılması için dünya görüşleri zıt kesimlerin yaptığı yarış, içimizi kanatmakta.
Rızkı peşinde koşan sıradan bir Müslüman bile Amerikancı gazetelerle İslamcı (!) gazetelerin ordu düşmanlığında birleşmesinde bir gariplik olduğunun farkında.
**
Atatürk, Lozan Anlaşmasında sadece Hristiyan, Yahudi, Rum ve Ermenileri azınlık statüsüne aldırıp ülkedeki Müslüman kimlikleri Türk vatandaşı kabul ettirmesine rağmen dindar geçinen bazı çevreler tarafından ırkçılıkla suçlanmakta.
Hiç kimseyi dışarıda bırakmadan, “Türkiye cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” demesine rağmen faşist damgası yemekte.
Ve birileri ağızlarını her açtıklarında Türkiye’de 36 çeşit etnik grubun yaşadığını söyleyerek emperyalizmin bölücü emellerine bir şekilde hizmet etmekte, Atatürk’le ters düşmekte.
**
Merak etmemek mümkün değil, acaba bu şekilde düşünenler hiç Diyarbakırlı Ziya Gökalp’i okudular mı? Hiç Atatürk’e kulak verip onu anlama gayreti içine girdiler mi?
Ziya Gökalp’in, Atatürk’ün beyin damarlarını çatlatırcasına kafa yorup kanaate ulaştıkları konularda yarım saat kafa yordular mı?
Hiç sanmıyorum…
Eğer bunu yapsalardı memleketi ve milleti bu tehlikeli sularda yüzdürmezlerdi.
**
Ziya Gökalp diyor ki:
“Millet; dil, din, ahlâk ve estetik bakımdan ortak olan, yani eğitimi almış olan bireylerden oluşan bir topluluktur.”
“Türk milletindenim, İslam ümmetindenim, Batı medeniyetindenim.”
Atatürk diyor ki:
“Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı, hep bir ırkın evlatları, hep aynı cevherin damarlarıdır.”
“Türk milletinin düzenini bozmaya yönelen didinmeler boğulmaya mahkumdur. Türk milleti kendinin ve memleketinin yüksek menfaatleri aleyhine çalışmak isteyen bozguncu, alçak, vatansız ve milliyetsiz beyinsizlerin saçmalamalarındaki gizli ve kirli emelleri anlamayacak ve onlara hoşgörü gösterecek bir topluluk değildir.”
“Doğudan şimdi doğacak olan güneşe bakınız. Bugün günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan bütün Doğu milletlerinin uyanışlarını da öyle görüyorum. Bağımsızlıklarına kavuşacak olan çok kardeş millet var. Sömürgecilik ve emperyalizm yer yüzünden yok olacak ve yerlerini milletler arasında hiç bir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir ahenk ve işbirliği çağı alacaktır.”
**
Bu adamları ırkçılıkla suçlamak, en hafif tabiriyle vicdansızlık olmuyor mu?

Selçuk PEKER

BU TOPRAKLARDAKİ CEVHER..

Orta Anadolu’nun bu bahtsız toprakları turistler için pek bir şey ifade etmeyebilir.
Alabildiğine uzanan bir ovada birbirinden uzakta toparlanmış şehirler Konya, Aksaray, Nevşehir, Koçhisar…
Su yok, ağaç yok, yeşil yok, göz alabildiğine bozkır…
Ama bu topraklar öyle değerler barındırıyorlar ki hayran kalmamak ne mümkün…
Hemen yanıbaşımızdaki Hacıbektaş Dergâhından şu güzel hikâyeye bakar mısınız:
**
Adamın biri haram yoldan kazandığı parayla bir inek satın alır. Bir süre sonra yaptığından pişman olur, elindeki ineğin üzerine yüklediği vebali azaltmak için düşer Hacıbektaş Dergâhının yollarına…
Tabii o yıllarda Hacıbektaş sadece bir tekke değil, fakir fukaranın müracaat makamı, ihlaslı veya sahtekar yüzlerce kişinin karnını doyurduğu bir kapı. Ama öyle bir kapı ki kimsenin kafasının içindekine bakılmıyor, yemek isteyen sofraya buyur ediliyor, bereketten herkes nasibini alıyor.
Adam, ineği Dergâha götürmüş, bağışlamak istediğini söylemiş. Hayhay bırakın kabulümüzdür, demişler. Ama, demiş adam, haram parayla alınmış inektir bunu da bilin. Kızmışlar dergâhtakiler, helal değil, diyerek hediyeyi geri çevirmişler.
Bunun üzerine adam üşenmemiş tutmuş Mevlânâ Dergâhının yolunu. İneğin hikayesini anlatmış, bağışlamak istediğini söylemiş, Hayhay kabulümüzdür, demişler.
**
Adam, daha önce Hacı Bektaş Veli'nin bu ineği kabul etmediğini ama Mevlânâ’nın kabul ettiğini söylemiş. Mevlânâ cevap vermiş: Evladım, biz bir karga isek Haci Bektaş bir şahindir, öyle her leşe konmaz. O yüzden biz senin hediyeni kabul ederiz ama o kabul etmeyebilir.
Adam bu cevap üzerine tutmuş Hacı Bektaş Veli Dergâhının yolunu, girmiş dergâhtan içeri, anlatmış başından geçenleri. Hacı Bektaş’ın verdiği cevaba bakar mısınız: Biz bir damlayız, Mevlânâ ise deniz. Bir damla bizim gönlümüzü kirletebilir ama onun engin gönlünü kirletmez. Onun için senin hediyeni Mevlânâ kabul etmiştir ama biz edemeyiz.
**
Birbirlerini yermeyen, kırmayan…
Dostlarının sözlerini iyiye yoran, onları yücelten hoşgörülü büyüklere o kadar çok ihtiyacımız var ki…
Siyasetin haline bir bakıverin, devletin tepesindeki didişmeye bakıverin anlarsınız ne dediği mi..
Selçuk PEKER

BİZE YAKIŞANI KAZAKLAR YAPTI..

DEVRİM ARABALARI filminde bir sahne var ki hepimizin kafasını dank ettirecek türden.

Aşağı yukarı şöyle bir diyalog:
-Efendim Türkler araba yapacaklarmış.
-Korkmayın, yapamazlar.
-Yapıp yapmamaları önemli değil. Önemli ve tehlikeli olan, yapacaklarına inanmaları.
**
Osmanlı’nın son iki yüz yılı ile Cumhuiyet tarihi boyunca emperyalizmin Türkiye’yi kıskaca almasında hep aynı mantık yatar

“Siz üretirseniz pahalı olur, biz size yarı fiyatına verelim”
Bu mantıksız tklif, yöneticilerimize mantıklı geldiği için biz nelerimizden vazgeçmedik ki:
Devrim arabalarından,
Uçak fabrikalarından,
Aselsan’ın 1919 ve 1920 adlı cep telefonlarından,
Yerli gazoz markalarımızdan,
Adıyla sanıyla Hicaz’ı hatırlatan sabun markamızdan,
Herbiri birer tarih tezini desteklemek için kurulmuş iki bankamızdan..
Tütünümüzden, pancarımızdan…
Hasılı bu bahtsız halkın 80 yıllık birikimlerinin hemen hemen hepsinden..
**
Televizyonlarda, nternette ve gazetelerde pek yer bulamayan bir haberi paylaşmak istiyorum sizinle.
2010 yılının ilk günü Kazakistan’dan bir müjde geldi:
KAZAKLAR İLK TÜRK OTOMOBİLİNİ YAPTILAR diye.
Kazak mühendisler 1993 yılında oturup tartışmışlar.
Dünyada her milletin otomobil markası var ama Türk milletinin yok! demişler.
2003 yılına kaarki 10 yıllık süreçte bu fikri pişirmişler, teknik alt yapısını hazırlamışlar.
2003’ten bugüne de imalat safhasını gerçekleştirmişler.
Ve otomobili 2010 yılının ilk günü piyasaya sürmüşler.
**
Otomobilin adı: ATİLLA!
Büyük Hun Cihan Devletinin efsane başbuğunun adı.
İstemişler ki dünya Türklüğünün ortak değerlerinden birinin adı olsun.
Dünyada yaşayan bütün Türkler adını bilsin, sevsin.
**
Şimdi iinizden Yahu millet uzaya çıkacak, biz bir arabaya seviniyoruz, diyenlerolabilir.
Kısmen haklı da olabilirler.
Ama ideallerden, hedeflerden o kadar uzak bırakıldık ki,
Her şeyiyle o kadar tüketim toplumu olduk ki,
buna sevinmek hakkımız diye düşünüyorum.

Selçuk PEKER

AMAÇ HASIL OLDU: TSKYA GÜVEN YERLERDE

Söyleye söyleye dilimizde tüy bitti:
Ordu bu ülkenin namusudur.
Hele Türkiye gibi bir ülkede ordu, hem Cumhuriyetin hem demokrasinin hem de İslam’ın garantisidir.
Ordumuzun büyüklüğü, askerimizin kahramanlığı bazılarına batmakta!
AB-ABD başta olmak üzere çeşitli dış ve iç çevreler ısrarla asker sayısının ve ordunun etkinliğinin azaltılmasını istemekte.
**
Altı yüz bin kişilik ordunun içinde elbette farklı düşünenler olacak, farklı gruplar olacak.
Söz gelimi türbana taraftar olan da ona karşı çıkan da olacak.
Bu kadar büyük bir kurumda suça meyledenler de olacak.
Suç işleyen varsa sistem içerisinde cezasını bulacak.
Ama kutsal bildiğimiz, peygamber ocağı dediğimiz, kınalı koçları törenlerle uğurladığımız bu yüce kuruma bu kadar da alçakça saldırılmaz ki canım.
**
Aylardır darbe iddialarıyla yatıp kalkıyoruz.
Aylardır siyasilerin ağzında suikast planlarından başka sakız yok.
Bazı gazete ve televizyonlar işi o reddeye getirdiler ki onlara göre asker elbisesi içerisindeki herkes potansiyel din düşmanı, darbeci, suikastçı…
**
-Nereden beslendiği malum dinci (!) ve liboş (!) gazetelerin ordu düşmanlığında birleşmeleri niçin hiçbirimizin dikkatini çekmez?
-Amerikancılığı dillere destan gazetenin vatanı bir karı memesine satarım diyen yazarıyla millete din-diyanet öğretme, gül koklatma derdinde olan gazetenin abdestli-namazlı yazarının ordu düşmanlığında birleşmeleri okuyucuyu niçin uyandırmaz?
-Ordunun istediği kişiyi istediği gün imha etme gibi bir gücü ve imkanı varken TBMMB aşkanına suikast planlayacak kadar salak olmadığı niçin hatırlanmaz?
-Orada burada şiir okuma sevdasına düşenler niçin bu gelişmeler karşısında milleti ordu düşmanlığı yapmanın yanlış olduğu konusunda uyararak
Şu kopan fırtına Türk ordusudur ya Rabbi!
Senin uğrunda ölen ordu budur ya Rabbi!
Ta ki yükselsin ezanlarla müeyyed namın!
Galip et çünkü bu son ordusudur İslamın....
türünden şiirler okumaz?
-Niçin birileri çıkıp da “Hukuk, kararını verene kadar herkes suçsuzdur.”, lütfen susalım da mahkemenin kararını bekleyelim ikazında bulunmaz?
-Türk Silahlı Kuvvetleri niçin bunca asimetrik propaganda karşısında hukuki yollara başvurup hakkını aramaz?
Niçin ülke suni gündemlerle zaman ve mevki kaybetmeye devam eder?
**
Biz kör dövüşü gibi ordu üzerinden siyaset yaparken silahlı kuvvetlerde peşpeşe intiharlar yaşandı. (Hatırladıklarımın tarihleri aşağıda.)

Bazı gazeteler bunları “gurur intiharı” olarak sayfalarına taşıdılar ama TSK’ya saldırmayı farzı ayn olarak algılayan dinci ve liboş gazeteler ordudaki bu intiharları enine boyuna masaya yatırmadılar:

11 Kasım 2007 tarihinde Tabip Yarbay Nursal Gedik,

10 Ocak 2009 tarihinde emekli Jandarma Albay Abdülkerim Kırca,

26 Mart 2009 tarihinde, Kıdemli Yüzbaşı Olgun Ural,

26 Haziran 2009 tarihinde, Hakim Yarbay Tanju Ünal,

21 Kasım 2009 tarihinde, emekli Albay Belgütay Varımlı,

20 Aralık 2009 tarihinde Yarbay Ali Tatar intihar etti.

Malum gazeteler için aslında müthiş bir karalama fırsatıydı bu intiharlar ama onlar işin üzerine fazla düşmediler. Hadi bu subaylar suçlarını itiraf etmekten korktukları için hayatlarına son verdilerse? Hadi işin ucunda darbe, suikast, Ergenekon varsa? Bu haberler atlanır mı yahu?
**
Milletimizin gözbebeği ordumuz bilinçli bir şekilde ve de insafsızca yıpratılıyor. Sokaktaki vatandaş orduyu halk düşmanı, din düşmanı, hükümet düşmanı olarak görüyor. Son yapılan anketlerde TSK’ya duyulan güvenin % 93’ten % 63’lere geldiği övünülerek, sanki görev başarıyla yerine getirilmiş gibi anlatılıyor.
Bu operasyonun burada bittiğini düşünenler yanılıyor. Yakın hedef, TSK’ya güveni % 50’nin altına düşürmek, devamında da AB’nin istediği düzenlemeleri seri bir şekilde gerçekleştirmek!..

Selçuk PEKER

TÜRBAN YİNE, YENİ, YENİDEN..

Başörtüsüne dost bir aileden gelmeme rağmen sıkıldım yahu.
Başörtüsüne dost bir aileden gelmeme rağmen sıkıldım yahu.
Resmen kabak tadı verdi.
Gençlik yıllarımdan beri aynı tartışma.
Ve artık, kimsenin samimi olduğuna i-nan-mı-yo-rum.
**
Meclisteki en alakasız oturumda ne işi var başbakanın eşinin başörtüsünün?
Başbakan iki yıl önce yaşanmış bir olayı durduk yerde niçin getirir Meclis kürsüsüne?
Eski bakan niçin yeni sağlık yasasını başörtüsü üzerinden eleştirir?
Veya başörtüsünden bahsetmek “başbakan eşine laf atmak” demek midir?
**
2007’de başörtülü başbakan eşinin GATA’ya gelmesini istememişler.
Ama öncesinde başörtülü cumhurbaşkanı eşi günlerce gitmiş.
İkisi de başörtülü hatta ikisi de yakın zamana kadar kanka.
Peki niçin birisi elini kolunu sallayarak giriyor da diğerinin gelmesi istenmiyor?
Yok mu bunun bir standardı?
**
Başbakan, peygamberlik isnat etmek edepsizliktir, diyor.
Peki iki yıl önce bu isnadı yapan Aydın AKP il başkanı edepsiz olmuyor mu?
Edepsiz ise niçin iki yıl boyunca gereği yapılmıyor?
Edepsiz değilse niçin apar topar partiden ihraç ediliyor?
**
Yeni bakanın eski bakanın üstüne öyle bir yürüyüşü vardı ki!
Sanırsınız İstanbul yeniden fethediliyor.
Omuz ilkiliyor, gözlük katlanıp cebe indiriliyor, derin bir nefes alınıp kaşlarçatılıyor,
Sonra Allah Allah nidalarıyla hücuma kalkılıyor!
Tıpkı genelkurmay başkanının tanımlamasındaki gibi.
Bu sıkı hücumun asıl sebebi domuz gribi olmasın sakın?
Aşılar elde kaldı, korkulan olmadı, sonuç fiyasko…
Ee, “aşı olmayacağım” diyen başbakana güç yetmeyince vur abalıya!
**
DTP’li Sırrı Sakık, GATA’ya bir hasta için çiçek göndermiş.
Gönderdiği çiçekler içeri alınmamış.
Soruyor: “Çiçekleri başörtülü diye mi almadınız içeri?”
Ya çiçekler sarı-kırmızı-yeşil renkli olduklarından alınmamışlarsa?
Çiçektir, lacivert, siyah olacak değiller ya, dememiz mi gerekiyor?
**
Tam olaylar soğudu kurtulduk derken,
Bu kez Of ilçesinden bir haber düşüyor gündeme:
AKP’li belediye başkanı başbakan için iki rekat şükür namazı kılınmasını istiyor.
Alın size yeni fetva konusu:
Kişiler için şükür namazı kılmak sevap mıdır?
**
Ortadoğu’da satranç hamleleri yapılırken,
Etrafımızda geleceğimizi ilgilendiren müthiş gelişmeler yaşanırken,
İnsanımızın toprakla bağı kopartılırken,
Bizim gündemimiz başörtüsü!
Yeter artık Allahaşkına!
**
Adam hocaya gelmiş başlamış anlatmaya:
-Hocam babam Cuma günü öldü, cehennem azabı görmez değil mi?
-Evladım baban içki içer miydi?
-İçerdi hocam ama mübarek gün öldü ya hani!
-Hımm, peki baban kumar oynar mıydı?
-Oynardı ama Cuma günü ölen cennete gidermiş ya hocam.
-Baban karıya kıza gider miydi evladım?
-Erkek adam gitmez mi hocam. Ama Cuma günü öldü ya hani, birşey olmaz değil mi?
-Valla Cuma günü bişey yapmazlar ama cumartesi sabahı görür o anasının örekesini!
**
Sanırım ruzı mahşerde başörtüsü hesabını veremeyenimiz kalmayacak.
Kamu malı, yetim hakkı gibi hesapların fetvası ise hocadan sorulacak!..

Selçuk PEKER

EREĞLİNİN MUTLU GÜNÜ

Ereğli, Aksarayın komşu ilçesi. 1989 yılında Aksaray ve Karaman illik gururunu yaşamışlar, Ereğli ne yazık ki bu gururdan mahrum kalmış.

EREĞLİ'NİN MUTLU GÜNÜ

Ereğli, Aksaray’ın komşu ilçesi.
1989 yılında Aksaray ve Karaman illik gururunu yaşamışlar,
Ereğli ne yazık ki bu gururdan mahrum kalmış.
**
100 Bin kişilik merkez nüfusu,
İlliğe yakışır coğrafi konumu,
Musluklarından akan İvriz kaynak suyu,
Beyaz kirazı ve siyah havucu,
Gazi koşusunu kazanan atları yetiştiren haraları,
Hititlerden kalma dünya kültür mirası anıtları,
Ulu Cami, Kervansaray, Han ve Hamamdan müteşekkil tarihi dokusu,
Ve sayamadığım pek çok güzelliğiyle
Ereğli, illiği fazlasıyla hak etmekte.
**
Ereğli’de Selçuk Üniversitesine bağlı bir Yüksekokul var:
Ereğli Kemal Akman Meslek Yüksekokulu.
9 Bölüm ve 2000 Öğrenci ile hizmet vermekte.
Bir de 3 Yıl önce biten görkemli bir Fakülte binası.
Ereğlililer yıllardır Fakülte hasreti ile yanıp tutuşmaktaydılar.
Ve sonunda müjdeli haber geldi.
EREĞLİ EĞİTİM FAKÜLTESİ’nin kurulduğu 26 Şubat’ta Resmi Gazete’de yayımlandı.
**
Üniversiteleşme yolundaki bu güzel adımda pek çok kişinin emeği var.
Bürokrasisinin kilit noktalarındaki Ereğlililerin hepsine,
Başta Ereğli’nin yüz akı, Milli Eğitim Bakanı Sayın Nimet ÇUBUKÇU’ya,
Bursa Valisi Sayın Şahabettin HARPUT’a,
Ereğli’liler adına teşekkür ediyorum.
**
Ereğli’ye verdikleri değer ve gösterdikleri özel önemden dolayı
Selçuk Üniversitesi rektörü Sayın Prof. Dr. Süleyman OKUDAN’a,
Rektör yardımcıları Sayın Prof. Dr. Diçer BEDÜK, Sayın Prof. Dr. Şefik BİLİR, Sayın Prof. Dr. Kürşat TURGUT beylere,
Selçuk Üniversitesi Senatosunun saygıdeğer üyelerine ve üniversite yöneticilerine,
Yüksekoul Müdürü Sayın Doç. Dr. Galip OTURANÇ’a ve emeği geçen bütün akademik camiaya,
Elini taşın altına koyan siyasetçilere,
Siyasi parti temsilcilerine,
Sivil toplum örgütlerinin değerli yöneticilerine,
Adını burada sayamadığım Ereğli sevdalılarına,
Bütün gönül dostlarına ayrı ayrı teşekkürler…
**
Eğitim Fakültesi, dekan atamasından sonra yapılanmaya başlayacak.
Mayıs ayında Kampus alanı içine 500 yataklı öğrenci yurdunun temeli atılacak.
Teşekkürü hak eden herkes için belki kısa bir soluklanma zamanı ama,
Bundan sonra sıkı bir maraton daha başlayacak.
Ereğli,yeni fakülteler ve yeni yüksekokullarla Üniversitesinin doğum sancılarını çekecek.
**
Görevi, unvanı, makamı ne olursa olsun,
Bu kutlu yürüyüşte geçmişte var olan ve “Gelecekte de varım!” diyen herkes için
Şimdi yeni bir heyecan başlıyor.
Hayırsever işadamlarının yaptıracakları yeni binalarla Ereğli, Üniversitesine kavuşacak.
Üniversiteye kavuşmuş bir Ereğli nihayetinde illik tacıyla taçlanacak…

ELİNİ APIŞ ARAMDAN ÇEK

Özallı yıllardan bugüne, Küresel sermaye sinsi sinsi girdi, Çaktırmadan girdi, Damardan girdi ama hissettirmedi, Hissettirmedi çünkü zaman içinde acele etmeden aheste aheste girdi.

ELİNİ APIŞ ARAMDAN ÇEK!

Özallı yıllardan bugüne,
Küresel sermaye sinsi sinsi girdi,
Çaktırmadan girdi,
Damardan girdi ama hissettirmedi,
Hissettirmedi çünkü zaman içinde acele etmeden aheste aheste girdi.
**
Hale bakın,
On yıl önce ayıp saydığımız her şey,
Şimdi bizim tarafımızdan kutlanır - kullanılır oldu.
İçinizde yaşı 40’ın üstünde olup da babası sevgililer günü kutlayan var mı?
Şimdi 14 Şubatta hediye almamak küslük - dargınlık sebebi.
Hem de dini bütün aileler arasında bile.
**
En fazla İslamcılar direnir dedik,
Dindar kesim bu konuşlarda hassastır dedik.
İstisnaları dışarıda tutarsak
Herkesten önce onlar adapte oldular bu küresel sermayenin rezilliklerine.
**
Çocukluğumda herkes haddini edebini bilirdi.
Televizyonda normal bir öpüşme sahnesi çıkmıştı da
Günlerce yer yerinde oynamıştı.
Rahmetli Özal’ın ele alınmadık yeri kalmamıştı.
Şimdi televizyonların nerdeyse hepsi yatak odası dizaynlı.
Aileler o manzaralar eşliğinde yemek yiyor, iftar açıyor.
Bir yanda namaz kılan babaanne,
Diğer tarafta birbirini boynuzlayan ekran karakterleri.
Ve evde “Sen dualarımızı kabul edersin” yakarışları…
**
Hatırlayın, ilk ped reklamı çıktığında yüzü kızarmayan kalmış mıydı?
Hatırlayın kaçımız alelacele kumandayı bulup kanal değiştirmiştik.
Bir de şimdiki manzaraya bakın.
Neredeyse nasıl kullanıldığını uygulamalı anlatacak rezil herifler.
Hadi onlar için din - iman para, yaptıkları normal.
Peki biz din imanlılar için neden normal artık bunlar?
**
Siz sustukça, tepki göstermedikçe damardan giriyorlar,
Yavaş yavaş giriyorlar.
Yıllar içinde küçük küçük mevziler kazanıyorlar.
Düşünüldüğünde anlaşılıyor gelinen noktanın vehameti.
**
Tuvalet kağıdı reklamında diyor ki:
“Size tek yaprak yeter”.
Kıç nasıl siliniri felan aşalı çok oldu.
Şimdi sıra kaç yaprakla silineceğine geldi.
Ayıptır yahu.
Çekin artık elinizi apış aralarımızdan.
**
Şimdi can sıkıntısıyla bunları yazıyorum ya!
Yarın ister misin millet bizi tenkit manyağı yapsın!
“Ayıp yazmışsın yakıştıramadık!” desin.
İşte o zaman yanarım halimize.
Ağlarım baktıkça istikbalimize.
**
Ve düşer aklıma birden merhum koca çınar Reyhani:
Ey rüzigar gider isen canana söyle beniLütfünde keremi varsa yakmasın böyle beni
Mısralarını yazacak kadar ince ruhlu dost,
Bunları görünce ağzını bozup uyarmamış mıydı bizi
Reyhani lisanslı p……..k oldu
Televizyon eve geldi geleli
mısralarıyla…

Selçuk PEKER

BARIŞ İÇİNDE KUTLADIĞIMIZ NEVRUZ

Diyarbakırda nevruz kutlamaları vardı. On binlerce kişi Bİ-Jİ SE-ROK A-PO diye bağırıyor.

Diyarbakır’da nevruz kutlamaları vardı.
On binlerce kişi Bİ-Jİ SE-ROK A-PO diye bağırıyor.
Arkadaki Apo sesleri eşliğinde
Önde malum kanalların muhabirleri
Gırtlakları yırtarcasına bağırıyorlar:
“Sayın seyirciler Nevruz, barış ortamında kutlanıyor”
**
Kamera bir ara AB’li gözlemcileri gösteriyor.
Artık kimi niçin gözlüyorlarsa,
Sanki Güneydoğu, savaş bölgesi.
İpten kazıktan kurtulmuş bir sürü tip,
Boyunlarında üç renk poşularla
Hep birlikte bağırıyorlar:
“Aposuz dünyayı başınıza yıkarız”
Şerefsizler Türkçe’yi ne çabuk öğrendiniz!
Bu manzaranın önünde badem bıyıklı muhabir,
Yine bildik cümleleri tekrarlıyor:
“Gördüğünüz gibi Nevruz, kardeşlik ortamında kutlanıyor.”
**
Yüksekova’da manzara aynı.
Boğaziçi Üniversitesinde aynı.
Mersin’de aynı.
Mersin belediyeleri Kürtçe Newroz mesajları yayınlıyorlar.
Alanlardan birindeki afiş gözden açacak gibi değil:
“Katil TC Kürdistan’dan Defol!”
Bu manzara karşısında dinci tv muhabiri
Nevrozun barış içinde kutlandığını
Açılımın meyvelerini verdiğini anlatıyor.
**
Neydi bu açılımın ilk adı:
Kürt Açılımı.
Sonraki adı:
Demokrasi Açılımı.
Bir sonraki adı
Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi.
Proje meyvelerini veriyor ve Nevruz barış içinde (!) kutlanıyor.
**
Bu kardeşlik manzaraları 22 Mart sabahında
Dinci gazetelerin manşetlerine de,
Liberal gazetelerin manşetlerine de,
Benzer cümlelerle yansıyor:
Cumhurun Nevruzu!
Hoşgörülü Renkli Nevruz!
Özlenen Nevruz!
Sıfır Olay!
Nevruzun Dili Barış!
Vs, vs, vs…
**
Şimdi “dinci gazeteler” dedik ya
İster misin “dinci - dindar” farkını anlamayıp
Bizi tefe koysunlar.
O halde bir yazının konusu da bu olsun.
**
Allah’ım aklıma mukayyet ol.
Apo sloganları atıldı mı?
Atıldı!
Apo posterleri açıldı mı?
Açıldı!
4 Parça Kürdistan denildi mi?
Denildi!
Ordu lanetlendi mi?
Lanetlendi!
Subay lojmanları taşlandı mı?
Taşlandı!
Bir tane Türk bayrağı açıldı mı?
Açılmadı!
Ee niye olay çıksın ki?
Yaşasın barış!
Yaşasın demokrasi!..

Selçuk PEKER

DEVLETİN UÇAĞI, MİLLETİN PARASIYLA

Hani Mehmet Akif Ersoy, Batılılar için Dinleri var işimiz gibi İşleri var dinimiz gibi dedi derler ya..

DEVLETİN UÇAĞI, MİLLETİN PARASIYLA!


Hani Mehmet Akif Ersoy, Batılılar için
“Dinleri var işimiz gibi
İşleri var dinimiz gibi!” dedi derler ya..
**
Sadece Akif merhum değil,
Aklı selim herkes aynı düşüncede.
Nazım Peker, benim babamdır.
Bizleri helal lokma ile besleyeyim diye,
Emdikleri süte haram karışmasın diye,
Kendi tabiriyle “gavur ellerinde 6 yıl ömür tüketen” babam.
Almanya’daki öğretmenlik yıllarının sonunda,
6 yıllık gözlemin özeti şu:
“Dua edin Almanlar şehadet getirmesin.
Eğer bi ‘Eşhedü …’ derlerse hiçbirinizin yatacak yeri yok.”
**
“Yaz baba burada kalmasın!” dedik.
Sağolsun, oturdu yazdı. Ve Türk edebiyatı,
“ALMANYA’DA TÜRK OLMAK” adlı güzel bir hatırata kavuştu.
Okuyunca anlıyorsunuz, namuslu olmakla
Namazla abdestin, içkiyle sigaranın yan yana durmadığını.
Herkesin içkisinin kendini bağladığını.
Namaz kılanın kendine kıldığını.
“Adam olma” nın bambaşka kurallarının olduğunu.
**
Avrupa’dan onlarca örnek var bu konuyla alakalı.
Mesela geçenlerde İrlanda Devlet Başkanı, Türkiye’ye geldi.
İrlanda’dan kalkan Türk Hava Yolları uçağına bilet kestirmiş,
Uçak havaalanına indi, yolcular arasında bir de devlet başkanı.
Bende mi gavurluk var yoksa o herif mi bize yakın bilmem,
Vallahi çok hoşuma gitti.
**
Günlerdir uçağın merdivenlerinden inişi aklımdan çıkmaz.
Şimdi ülkemdeki manzaraya nasıl yanmayayım?
Dünyanın en fazla makam arabası olan ülkesi biziz.
İstisnasız her Başbakan, hükümet olmadan bu meseleye el atar.
Basında “KAMUDA BÜYÜK TASARRUF” manşetleri atılır.
Seçimlerden sonra da unutulur gider.
Unutulduğu yetmez,
Ortalık son model siyah plakalı araçlarla dolar.
Dünyanın hangi ülkesinin bu kadar güçlü bir hava yolları şirketi varken
Yetmez de Başbakanlığa, Cumhurbaşkanlığına uçak üstüne uçak alınır.
Su kenarında abdest alırken bile israfı yasaklayan bir dinin neresindedir bu?
**
İşte son örneği:
Başbakanımızın sayın eşleri,
Yanına aileden sorumlu bakan hanımı ve
Dışişleri bakanımızın sayın eşlerini de almış.
Başbakanlığın uçaklarından ATA’ya atlayıp
Katar Emiri Şeyh Hamid bin Halife Al Thani'nin
kızının düğününün özel davetlisi olarak
Katar’a gitmişler.
**
Şimdi hangi birine yanacaksın?
Devletin uçak üstüne uçak almasına mı?
Vatandaşların bu yaşananları normal karşılamasına mı?
Silahlı kuvvetlere ait mühimmatı sivil kamyonun içinde gören malum basının,
Katar’a giden koca uçağı görmemesine mi?

Selçuk PEKER

ASALIM ŞEREFSİZİ

Neredeyse her gün, akşam haberlerinde Küçük çocuklara tecavüz haberleri çıkıyor.

ASALIM ŞEREFSİZİ!
eredeyse her gün, akşam haberlerinde
Kçük çocuklara tecavüz haberleri çıkıyor.
**
Herhangi bir gazetenin başından sonuna her yeri
Adi suç olaylarını anlatan olaylarla dolu:
“Üvey babasının tecavüzüne uğradı”
“İlköğretim öğrencisine korkunç tuzak”
“Yetiştirme yurdunda erkek öğrenciye tecavüz”
**
Toplumun en küçük birimi olan aileyi el birliğiyle yıktık.
AB’ye gireceğiz diye
Küçük Amerika olacağız diye
Düşmana gerek kalmadı
Kendi ağzımıza kendimiz tükürdük.
**
Türklerin tarih boyunca “hükmeden” olmalarının önemli bir sebebi:
Aileyi ve töreyi her şeyin üstünde tutmaları.
Arap elçileri ile Türk hakanının konuşmasını okumuştum yıllar önce.
Hâlâ hatırladığımda tebessüm eder gururlanırım.
**
Türk hakanı soruyor tebliğ edici Arap elçilere:
“Sizde birisi milletin ortasında uluorta yellense ne yaparsınız?”
“Efendim dinimizde bunun bir cezası yok ama o kişiyi ayıplarız.”
“Olmazzz. Biz o kişinin kıçını kızgın demirle dağlarız.”
**
Sohbet devam ediyor.
“Sizde bir erkek veya bir kadın zina etse ne yaparsınız?”
“Efendim, zina eden evli ise öldürürüz, bekar ise 100 değnek vururuz.”
“Olmazzz. Biz zina den kim olursa olsun onu atlara bağlar sonra da atları değişik yönlere kamçılarız.”
**
Arap elçilerin şaşırdığı şüphesiz..
İslamiyet öncesi Türk toplum düzeni İslam’ın emrettiğinden daha sıkı.
Ya adam gibi yaşamak zorundasın ya da defolup gitmek.
**
Oysa şimdi İslam’ı dilinden düşürmeyenler,
“Kişisel özgürlükler” diye diye,
“Demokrasi isterük” diye diye,
Kanunsuz kuralsız bir toplum ürettiler.
Manzara aynen cahiliye dönemi manzarası.
Ayıp yok, günah tarih olalı asır geçti.
Kanun desen yerinde yeller esiyor.
Bir insan Allah’tan korkar.
Allah’tan korkmazsa kanundan korkar
Kanundan da korkmazsa toplumdan korkar.
**
Etrafınıza bir bakın
Allah’tan, kanundan, toplumdan korkan var mı?
**
Onun için diyorum ki
AB, ABD’yi elimizin tersiyle itelim
Oturup yeniden adam gibi kanunlar yapalım.
Toplum yapısını sağlamlaştıralım
Aile olmayı yüceltelim.
Aramızda çürük elma yaşatmayalım.
Adam bacısına tecavüz mü etti,
Asalım şerefsizi ki diğer sapıklara korku salalım.
Dandik mevzular için anayasa değiştirmek yerine
Asıl mevzularda uzlaşalım.
**
Yoksa yakın gelecekte bu günleri mumla ararız.
Aha buraya yazıyorum 10 sene sonra görürsünüz.
Bakın muhafazakarlığına hepimizin kefil olduğu Siirt’te bile7 ilköğretim öğrencisine tam 100 hayvan tecavüz edebiliyor.
Çağdaşlık ve demokraside son noktaya ulaştığımızdan olsa gerek,
Muğla’da çıplaklar oteli açılış için gün sayıyor.
Kurdelesi kesecek bir “beyefendi” bulunur elbet.

Selçuk PEKER

23 Nisan 2010 Cuma

23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI



Atamızın tüm dünya çocuklarına armağan ettiği ülkemiz dahil tüm dünyada kutlanan 23 nisan ulusal egemenlik ve çocuk bayramımız kutlu olsun.. Atam izindeyiz!

22 Nisan 2010 Perşembe

KUDÜS ABLUKASI

Türkiye olarak Ermenilerin başımıza ördükleri çoraplarla boğuşurken Yahudiler Kudüs’ü tümüyle ellerine geçirmenin planlarını bir taraftan yapıyor, diğer taraftan hayata geçiriyor. Müslümanlar için kutsallığı tartışılmayan, yer yüzündeki üç büyük mescidden birisi olan Mescidi Aksa’nın bulunduğu yerin yakınına 1600 konut yapmaya başlayan İsrail Müslümanları da mescide yaklaştırmıyor.

Kudüs ve Mescidi Aksa abluka altında anlayacağınız. Müslüman dünyası mı ? Uykuda. Tıpkı Ermeniler konusunda olduğu gibi,tıpkı Filistin , Afganistan,Irak,Azarbaycan,Bosna ,Doğu Türkistan,Irak’ta olduğu gibi. One minute vakası da olmasaydı varlıklarını bile unutmuş olacaklardı herhalde.

Pazartesi günü TRT 1 haberlerinde seyrettim Azarbaycan daki Ermeni katliamının izlerini .Binlerce Azeriyi tek kurşun atmadan paltalar,keserler,çiviler ve testerelerle katletmişler.Bir statyum yapımı için kazı yaparken bulmuş Azeriler ve etrafını çevirerek ziyarete açmışlar. ABD’de,İsveç’te ve sözde soykırıma evet diyen diğer ülkelerdeki evetçileri toplayıp göstermek lazım da ,yine de vazgeçmez bu peşin hükümlü ahmaklar. Zira onların amacı üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek.

AVUKATA NE HACET

Eskiden yazdığım yazılara cevaplar muhataplarından gelirdi. Ya telefonla sitemler edilir veya kurum ve kişilerin avukatları müvekkilleri adına bir açıklama gönderirlerdi. Yazının sonunda da tehdit vari bir ifadeyle mahkeme hatırlatılırdı.

Son yıllarda bu uygulama değişmiş görünüyor. Bazı gazeteci arkadaşlar muhatabın cevap vermesini beklemeden atılıyorlar ileri. Kardeşim madem bu işi yapıyorsunuz ilgili kişi ve kurumlara söyleyin de boşa sözleşmeli avukat çalıştırıp para ödemesinler. Hani derler ya senin gibi dost varken düşmana ne hacet diye. Durum aynen böyle.

KIRSAL NE DEMEK ?

Bu tartışmanın içine girmeyim dedim ama duramadım yine. Türk Dil Kurumunun büyük Türkçe sözlüğüne baktım Kırsal kelimesi için ne yazmışlar diye. 1. Kır ile ilgili. 2. Az insanın barındığı, genellikle kır durumunda olan yer. Kırsal terminal diye aradım,böyle bir sözcük yok.

TDK çok cahil kalmış bu konuda diye düşündüm. Demekki onların Aksaray’daki terminalden haberleri yok.

Kasaba – Köy Terminali demek mümkün değilmiydi acaba ? Şehirlerarası Otobüs Terminali yazısını da değiştirip Şehirsel Terminal yazsak olur mu ?

Ben İlçe de,Kasaba da , köyde oturan insana hakaret sayarım.(ismin bu düşünceyle verildiğine ihtimal vermiyorum ama ) Zorlama bir isim olmuş, ben söyledim oldu cinsinden.

GÜNLER TORBAYA GİRDİ

Eskiden beri özel gün ve haftaların kutlamasına karşıyım. Birini bitirmeden diğerine geçiyor, hemen bir öncekini eskitiyoruz. Üstelik günlerini kutlamadığımız bir ürü meslek mensubunu da gücendiriyoruz. Gerçi çok azı kaldı ama yine de var.
Mesela ilk aklıma gelen bir seyyar satıcılar günümüz yok. Neden düşünmemişler bilmiyorum. Üstelik çokta faydalı olur. Seyyar satıcılar tablalarını meyve, sebze, çerez gibi ürünlerle doldurup Hükümet meydanına toplansalar, günün anlamını belirten konuşmalar ve çelenk sunumundan sonra tablalarındakileri halka ücretsiz dağıtsalar. Sonra da zabıtalar onları dağıtsa. Şu gün ve haftaları kutlamaya ayırdığımız zamanlarda ciddi ciddi herkes işini yapsa daha faydalı olmaz mı ? Zaten bir yılda ortalama 130 gün tatilyapıyoruz bir de bu günler girince araya ne devamlılık kalıyor ne verim, sonra da kalkıp bir türlü kalkınamadığımız dan dem vuruyoruz.Belki de sırf bu nedenle hep kalkınmakta olan ülkeyiz. Bir türlü süreci tamamlayamıyoruz. Hemen kızmaya başlamayın canım…. Tamam bazıları gerekli. Dini ve Milli bayramlarımıza sözüm yok. Ortak değerlerimizi yaşadığımız, paylaştığımız bu günler olmalı ve büyük bir sevinç ve gururla kutlamalıyız ama sizce de diğerleri biraz abartı değil mi ? Abartıdan öte ekonomi ve zaman açısından israf değil mi?
Tam yazı için yeter derken aklıma geldi. Çocuk doğarken ağlar, anne acı içinde biz sevinçten bayram yapıp deliler gibi eğlenmezmiyiz ? Çocuk sünnet edilirken yine o acı içinde kıvranır biz se davul zurna eşliğinde halaylar çekeriz. Askere giderken aynı, evlenirken aynı hepsinde bir kutlamadır gider. Yani hayatımızın her aşaması nerdeyse bir eğlenme ve kutlama furyasıyla geçip giderken şair soruyor ne diye hala oyunda oynaştasın ? Bende şairin gölgesine sığınıp soruyorumbu kadar kutlama fazla değil mi ?

YUNANLAR ADALARINI SATMIŞ


Yunanistan'ın ekonomik olarak çok kötü durumda olduğunu çoğunuz biliyorsunuzdur. Yunan ekonomisi ile ilgili gündemdeki son haber Almanya iktidarı Hıristiyan Demokrat Birlik Partisi ile koalisyon ortağı Hür Demokrat Parti’nin bazı üyeleri tarafından gündeme getirilen, Yunanistan’ın borçlarını ödeyebilmesi için adalarını satması önerisi. Öneriler getirile dursun Yunanistan adalarını çoktan satmış. Yunanistan'ın Türk korkusu ekonomik olarak sonunu getirmişe benziyor. Bize karşı sürekli silah ithal eden Yunanların silah giderleri için ordularına ait toprakları sattıkları biliniyordu. Scalp Eg füzesinin animasyonunda direk olarak bizi hedef gösteren Yunan kopillerinin aptallıkları son bulmayacaktır. Bahsettiğim animasyonu buradan izleyebilirsiniz. Komşumuz kuyruk acısının etkisiyle kontrolsüz ve sürekli olarak bize saldırmıştır. İlerleyen günlerde daha ilgiç haberlerle karşılacağımız kesin. Herkesin piyon olarak gördüğü Yunan devleti gün geçtikçe zayıflamakta ve acizleşmektedir.