Hesabınız Varmı?

29 Nisan 2010 Perşembe

İSYANIN KÖKLERİNE İNERSEK..

İSYANIN KÖKLERİNE İNERSEK..

“Dersim isyanı” üzerine polemikler sürerken o dönemde yaşananları kısaca hatırlatmakta fayda var.
Bugünkü Tunceli vilayetinin Osmanlı dönemindeki adı Dersim’dir. Osmanlı, Dersim bölgesine yüzyıllar boyunca yurtluk ve ocaklık uygulaması yaptığı için bölge adeta özerk bir yönetimle idare edilmiş ve denetimsizliğe alışmıştır.
Osmanlı’nın yeniden toparlanmayı denediği 1800’lü yıllar, Dersim’in sıkıntılı yılları olmuş, 1839 Tanzimat Fermanı’ndan sonra merkezi otoriteyi güçlendirmek adına yapılan her girişim Dersim’de isyanla karşılık bulmuş, 1847, 1877, 1885, 1892, 1893, 1907, 1911, 1916 yıllarında çeşitli isyanlar çıkmış, Osmanlı’nın güçsüzlüğü ve dönemin şartları sebebiyle (Osmanlı-Rus Savaşı, I. Dünya Savaşı vb.) bu isyanları bastırmakta başarı sağlanamamıştır.
*****
1923’te Cumhuriyet kurulduktan sonra merkezi idare, bölgenin feodal yapısını kırmak ve devletin bölgeye bütün kurumlarıyla girmesini sağlamak amacıyla çeşitli icraatlar gerçekleştirmiştir. Yapılan karakollar, köprüler, çekilen telefon ve telgraf hatları bölgeye devletin geleceğinin ve ağalık - şeyhlik döneminin sona ereceğinin işaretleri olunca ağaların, aşiretlerin ve şeyhlerin organizesiyle bölgedeki kaynama devam etmiştir.
*****
Cumhuriyet’in 1934 yılında “Ağa, Şeyh, Seyit, Molla, Efendi, Paşa, Bey, Hacı, Hoca” gibi lakapları yasaklaması üzerine de bölgede isyan çıkmış ve bu isyan üzerine 25 Aralık 1935 tarih ve 2884 sayılı Tunceli Vilayeti'nin İdaresi Hakkında Kanun çıkarılmıştır.
*****
Bölgede devletin varlığını ve kararlılığını göstermek, mevcut yapıyı yıkmak amacıyla seri şekilde yapılan işlerin devamında Atatürk 1937 yılında Tunceli’ye gelecek ve Singeç Köprüsü'nün açılışını yapacaktır. Köprü güvenliğini sağlayan karakola baskın düzenlenir ve İsmail Hakkı Teğmen'in de içinde bulunduğu 33 askerin tamamı feci şekilde öldürülür.
Hemen devamında Tunceli-Erzincan yolundaki bir köprü yakılır, bölgenin telefon hatları kesilir. Pap karakolu, Sin Karakolu ve 9. Seyyar Jandarma Taburu basılır. Yüzlerce asker öldürülür, Malazgirt Köprüsü yakılır. Abasan, Demenan, Haydaran, Yusufan, Kureyşan, Kırgan aşiretlerine mensup binlerce kişinin katıldığı bu kalkışma üzerine General Abdullah Alpdoğan’a yetki verilir ve bölgedeki ayaklanma aylar süren operasyon sonunda bastırılır. İsyan bittiğinde ayaklanmanın elebaşı Seyit Rıza ve 6 arkadaşı idam edilmiş, 13.000 kişi ölmüş, 12.000 kişi de ülkenin değişik illerine zorunlu göçe tabi tutulmuştur. Zayiatın fazlalığı, ayaklanma sırasında sivillerin ölmesi başkadır, Türkiye Cumhuriyetini Alevileri özellikle katlediyormuş gibi göstermek başka.
*****
Şu acı gerçeği herkes kabul etmelidir: Başta Seyit Rıza olmak üzere, 1937'de ayaklanan aşiret reisleri, devletin gelişine ve yeni sisteme karşı direnen, askere gitmek ve vergi vermek gibi mükellefiyetleri kabul etmeyen derebeyleridir. Bunlar dönemin komünistlerinin bile tespit ettiği gibi genel yasalarla getirilen eşit yurttaşlık hakkını kabul etmeyen, kendi ayrıcalıklarını terk etmek istemeyen sömürücü gruplardır. Devletin bölgeyi bunlara bırakmasını düşünmek elbette söz konusu olamaz.
'İki ayı aşkın bir zamandan beri Ankara hükümeti, Dersim bölgesindeki Kürt aşiretlerinin yeni bir gerici ayaklanmasını bastırmakla uğraşıyor. Feodal unsurlar Kemalist parti tarafından gerçekleştirilen reformlara rağmen, bugüne kadar ülkenin bu sapa bölgesinde barınmayı başarmışlardır. Bu bölgeye geçtiğimiz yıl Tunceli adı verilmiştir. Dersim'in egemen katmanları, yürürlükteki yasalara rağmen, kendi yasadışı ayrıcalıklarını koruyabilmişlerdir. Dersim'de devlet otoritesi sadece kağıt üzerinde kalıyordu. Feodal aşiret reisleri her fırsatta devleti hiçe sayarlardı. Bugün Kemalist hükümetin enerjik reformları yüzünden, kendi iktidarlarını tehdit altında hisseden feodal unsurların ümitsiz bir direnişi ile karşı karşıya bulunuyoruz.' (Erdal Yeşil, Komüntern Belgelerinde Kürt Sorunu, s. 185’ten Rıza Zelyut, Güneş, 18.11.2009)
*****
Bugün yapılan en temel yanlış, isyanı savunmaktır. Eğer isyanı savunmak yerine isyanın bastırılma biçimini eleştirirse sanırım herkes bunun mantığını anlar. İşin içine Atatürk'ü sokmak, olayı Alevi ayaklanması ve Alevilerin yok edilmesi şeklinde sunmak kimseye fayda getirmez, aksine yaraları kangren haline getirir. Onun için tarihi olaylar ve bunların yorumları tarihçilere bırakılmalı, siyasi partiler oy uğruna bu gibi hassas konularda kamuoyu önünde konuşmaktan vazgeçmelidir. İktidarın ve muhalefetin görevi, kanayan yaraları kaşımak değil tedavi etmek olmalıdır. Aksi tutum memlekete ve millete fayda getirmez.

SELÇUK PEKER

Hiç yorum yok: